Bu yazımızda elektrik elde etmede kullanılan kaynaklardan kömürün durumunu ele almak istiyorum. Bunu yaparken Uluslararası Enerji Ajansı’nın kendi paydaşlarıyla beraber 5 yılda bir yayınladığı ve enerji maliyetlerini incelediği bir raporu temel alacağım. Elektrik Üretiminin Öngörülen Maliyetleri - 2020 baskısı, Uluslararası Enerji (IEA) ve OECD Nükleer Enerji Ajansı (NEA) tarafından her beş yılda bir ortaklaşa üretilen elektrik üretiminin (LCOE) seviyelendirilmiş maliyetlerine ilişkin serinin dokuzuncu raporudur. Elektrik Üretim Maliyetleri Uzman Grubu (EGC Uzman Grubu) bu rapor vasıtasıyla hem fosil yakıt ve nükleer enerji santrallerinden üretilen baz yük elektriği hem de rüzgar ve güneş gibi değişken kaynaklar da dahil olmak üzere bir dizi yenilenebilir üretim tekniğiyle elektrik üretmenin tesis düzeyindeki maliyetlerini sunuyor. Bu baskıda ilk kez depolama, yakıt hücreleri ve nükleer santrallerin uzun vadeli işletimi (LTO) ile ilgili maliyet verilerine de yer verilmiş. Genel olarak rapor, 24 ülkedeki 243 tesise ilişkin toplam veri sağlıyor.

Elektrik enerjisinin üretiminde uzun yıllardır öncelikli kaynak olarak kullanılan yakıt kömür olmuştur. Şekil 1’de verilen yıllara göre fiyat karşılaştırması kömürün girdi olarak enerji santrallerini neden cezbettiğini kolaylıkla anlamamıza imkan vermektedir. Bu sayede elde edilen elektrik enerjisinin maliyeti geçmişte düşük seviyelerdeydi. 2009 yılı verilerine baktığımızda bir megawatt elektrik enerjisinin kömür santralinden elde edildiğindeki maliyetinin 111 ABD doları seviyesinde olduğunu görüyoruz. Aynı yıl güneş panellerinden elde edilen bir megavat elektrik enerjisi ise 359 ABD dolarına mal oluyormuş. 2009 yılında kömürden daha ucuz elektrik enerjisi sağlayabilecek 2 adet kaynak varmış. Bunların ilki 76 ABD doları seviyesiyle jeotermal, ikincisi ise 83 ABD doları seviyesiyle doğal gaz çevrim santralleriymiş. Yine şeklimiz üzerinde 2023 yılı verilerine baktığımızda kömür santrallerinin maliyetlerinin yaklaşık aynı seviyelerde kaldığını, 2023 yılı sonu itibarıyla 117 ABD doları seviyesinde olduğunu görüyoruz. Ancak bu kez rüzgar türbinlerinin 50 ABD doları güneş panellerinin 60 ABD doları seviyeleriyle kömür fiyatlarının yarısına indiğini tespit ediyoruz. Dolayısıyla teknolojiye yapılan yatırım geri dönüş olarak çok verimli seviyeleri bizlere getirmiş oluyor. Kısa ve orta vadede kömür santrallerini veya benzeri fosil yakıt kullanan enerji üretim tesislerini savunmak için maliyetlerin anlamlı olmadığını görebiliyoruz.

Ancak piyasada yer alan metaların fiyat konumlandırmasını en önemli ayağının devletlerin vergilendirme stratejisi olduğunu bu noktada anımsatmakta fayda vardır. Yani bugün ucuz olarak görülen bir ürün bir süre sonra devletlerin vergilendirme stratejilerindeki değişiklik sonucu tercih edilemeyecek kadar pahalı bir konuma yükselebilir. Bununla ilgili örnekler gümrük vergileri incelendiğinden kolaylıkla anlaşılabilir. Bir ürünün tüketimini azaltmak isteyen devletler, o ürün grubuna şu veya bu şekilde ek vergi tarifeleri uygulayarak fiyatının pazardaki konumunu değiştirebilmektedirler. Bu temel fiyatlandırma açıklamasının gerekçesi, yakın gelecekte karbon vergilendirmeleri sonucunda kömürün ucuz konumunu daha da kalıcı şekilde kaybetmesinin olasılık olarak ufukta belirmiş olmasıdır. Kömür santralleri havaya karbon bileşikleri salma konusunda şampiyon konumundadır. Şekil 2’de görülen karbon emisyonları sıralamasında kilovat saat başına 820 g değeriyle tüm diğer elektrik enerjisi kaynaklarının açık ara önünde yer almaktadırlar.

Tüm dünyada kömür ile çalışan elektrik santrallerinin kapatılması yönünde yoğun akademik çalışmalar ve çevreci baskılar[i] söz konusu olmasına karşın toplumların bu konuda yeterince sosyal baskıyı hükümetler üzerinde kurduğunu söylemek zordur. Söz konusu sosyal bilincin arttırılması için kanaat önderlerinin bilgilendirilmesi ve onlar vasıtasıyla kamuoyunun bilinçlendirilmesi çok önemli bir sosyal girişim olacaktır.

 

Bu konuda Avrupa Komisyonunun yine ön aldığı açık bir gerçek olarak önümüzdedir. Şekil 3’de yer alan grafik bağımsız bir sosyal organizasyon olan EMBER[i] isimli enerji santrallerini takip eden İngiltere kaynaklı kuruluşun internet sitesinden alınmıştır. Buna göre 2000 yılında AB’nin ürettiği elektrik enerjisinin yaklaşık 3’te biri kömür santrallerinden gelmekteymiş. Yıllar içerisinde Avrupa Komisyonunun kararları neticesinde bu oranın düzenli şekilde azaldığını görüyoruz. AB’nin bu yöneliminin kükürt yağmurlarını önleme gerekçesi kadar küresel ısınma sorunsalına yönelik bir önlem olduğunu da kendi ifadelerinden anlıyoruz. Avrupa Komisyonunun kararları Avrupa ülkelerini elektrik enerjisi üretiminde fosil yakıtlardan uzaklaşmaya yönlendiriyor. Bunun en önemli gerekçesinin karbon emisyonlarını sıfıra indirgemek olduğunu biliyoruz. Avrupa Birliği bu şekilde bir çalışmayla hem enerji maliyetlerini düşürmüş oluyor hem de insan medeniyeti adına gezegenin atmosferini insan faaliyetlerinin yaydığı karbon miktarını sıfırlamayı hedefliyor. 3 kutuplu bir dünyaya doğru gittiğimiz düşünüldüğünde, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin merkezli Asya devletlerinin bu eğilimin uzağında kalamayacağını anlamamız gerekir. Bu konuda ABD ve Çin kanun koyucularının doğa bilincinin ötesinde  AB pazarına ihraç malları sunmak konusundaki heveslerini ön planda görmeliyiz.

 

[i] EMBER

 

[i] Dipnot Greenpeace vb alıntılar