Yazılarımıza çalışmalarımızın yoğunluğu sebebiyle bir süre ara vermiş bulunduk. Bu sürede elimizdeki imkanlarla yeni bilgileri elde etmeye çalıştık. Dünyanın içinde bulunduğu değişim sürecinde otomotiv odaklı yazılarımıza tekrar başlıyoruz. Bugüne kadarki yazılarımızda doğrudan otomotiv sektörü ve ürün olarak otomobilin ve endüstriyel olarak da imalat prosesinin verilerin üzerinde bilgilendirmeye çalıştık. Içinde bulunduğumuz değişim sürecinde en önemli değişim sektörlerinden birisinin enerji kaynakları olduğunu daha önce belirtmiştik. Bu konuda kaynağın hangisi olacağı veya daha açık ifadeyle petrolün yerini elektrik mi yoksa başka bir kaynağın mı alacağı konusu birçok panelde ve görüşmede önümüze çıkan en yaygın soru olarak tespit edilebilir. Otomotivde uzunca bir süre elektrik üzerinden yeni ürün geliştirileceği açık bir gerçek olarak önümüzde duruyor.

               Elektrikli araçların toplam kirlilik anlamında dizel veya benzinli araçlardan daha geride kalmadığını iddia eden birçok çalışma ve haberin yazılı ve görsel basında yer aldığını da görüyoruz. Doğal olarak, bu haberleri okuyan bu kullanıcılar elektrikli otomobillere geçişle gerçek anlamda iklim değişikliğine karşı önlemlere katkı sağlayıp sağlayamadıklarını sorguluyorlar. Önümüzdeki yazılarda bu konuyla ilgili bazı temel bilgileri ele almaya çalışacağız. Öncelikle üründen ziyade yani otomobilden öteye geçerek enerji konusuna eğilmek gerekiyor. Enerjinin nasıl elde edildiği nasıl iletildiği ve tabi bu süreçlerde çevre etkilerinin neler olduğunu iyice anlamak ve buna göre eldeki verileri değerlendirmek yerinde olur.

Elektrikli araçların gerek ekonomik gerekse çevre etkileri açısından elektriğin hangi yöntemle elde edildiği büyük önem taşıyor. Kullanılan yönteme göre karbon emisyonu veya su tüketimi gibi çevre etkileri farklılık gösteriyor. Elimizdeki verilerden bir tanesi enerji santrallerinin enerji üretiminde kullandıkları yüzey alanını veriyor. Yazının içindeki grafikte göreceğiniz gibi farklı enerji üretim yöntemlerinin bir megavat enerji üretebilmek için kullandıkları yüzey alanları önemli miktarda farklılık gösteriyor.  Tabii her zamanki gibi öncelikle verilerimizin kaynağını ileterek başlayalım : https://ourworldindata.org/land-use-per-energy-source#article-licence

               Buradaki verilere göre megavat başına en yüksek miktarda metrekare tüketen santraller aşağıdaki şekilde sıralanıyor :

  • Hidroelektrik (Küçük ve Orta Büyüklükteki Santraller (<360 MW))        : 33 m²/MWh
  • Odaklama Yapan Güneş Kuleleri Santralleri                                                 : 22 m²/MWh
  • Kömür Santralleri (Karbon Yakalama Teknolojisi Kullananlar)                  : 21 m²/MWh
  • Fotovoltaik Silikon Panelli Yere Sabit Güneş Enerjisi Santralleri              : 19 m²/MWh
  • Kömür Santralleri                                                                                                : 15 m²/MWh
  • Hidroelektrik ( Büyük Santraller (>660 MW))                                               : 14 m²/MWh
  • Fotovoltaik Kadmiyum Panelli Yere Sabit Güneş Enerjisi Santralleri       : 12.6 m²/MWh

 

Yukarıda sıralanan enerji santralleri megavat başına 10 metrekareden daha fazla alan gerektiren enerji üretim yöntemlerini ifade ediyor. Görüldüğü gibi hidroelektrik santraller megavat başına 33 metrekare ile en yüksek olanı kaplıyorlar. Yine güneş enerjisi ve kömür santrallerinin, 10 metrekareden daha fazla alana ihtiyaç duyduğu açıkça görülüyor. Kömür santralleri megavat başına 15 metrekare olana ihtiyaç duyarken, emisyonlarının düşük karbonlu olması amacıyla karbon yakalama teknolojisi kullananlarda ihtiyaç duyulan alan miktarı 21 metrekareye çıkıyor. Kömür santrallerinin önemli dezavantajı maden çıkarmak için kullanılan alanın yanı sıra kömürün zenginleştirilmesi için kullanılan alandan da kaynaklanıyor. Güneş enerjisi santralleri odaklama yaparlarsa 22 metrekareye, yere sabit panelli yapılardaysa silikon panellerde 19 metrekare, kadmiyum panellerde 12. 6 metrekareye ihtiyaç duyuyor. Ancak bu ortalama değerlerin önemli miktarda değişiklik gösterdiğini ifade etmemiz gerekiyor. Yere sabit panelli güneş enerjisi santrallerinde konuma ve yerleşime bağlı olarak bu değerler yarı yarıya azalabildiği gibi 2 katına da çıkabiliyor.

Megavat başına 10 metrekareden daha az alana ihtiyaç duyan enerji santralleri ise aşağıdaki şekilde sıralanıyor :

  • Fotovoltaik Silikon Panelli Çatı Üstü Güneş Enerjisi Santralleri                               : 3 m²/MWh
  • Doğal Gaz Çevrim Santralleri (Karbon Yakalama Teknolojisi Kullananlar)             : 1.3 m²/MWh
  • Fotovoltaik Kadmiyum Panelli Çatı Üstü Güneş Enerjisi Santralleri                       : 1.2 m²/MWh
  • Doğal Gaz Çevrim Santralleri                                                                                           : 1 m²/MWh
  • Rüzgar Santralleri                                                                                                               : 0.4 m²/MWh
  • Nükleer  Santraller                                                                                                            : 0.3 m²/MWh

 

Bu ikinci listedeki enerji santralleri ilk sıradakilerle göre çok daha az yüzey alanına ihtiyaç duyuyorlar. Önemli noktalardan bir tanesinin çatı üstü panellerinin yere sabit panellere göre çok daha az yer kapladığıdır. Bu tür santrallerde kadmiyum panel kullanılırsa bir megavat için gerekli olan 1.2 metrekareye kadar düşmektedir. Tabii bu yer kullanımı açısından önemli bir avantaj ifade ediyor. Burada dikkat edilmesi gereken konu çatıya yerleştirilen panellerin aynı kullanım alanını çatının altındaki kullanım amaçlarıyla da paylaşıyor olması. Söz konusu etkin alanın sıfır olmamasının gerekçesi ise panellerin imalatında kullanılan madenlerin çıkarılması için gerekli olan yüzey alanı şeklinde önümüze geliyor. Aynı şekilde doğalgaz çevrim santrallerinde bir metrekare civarında bir alanda senelik bir megavat üretim yapabiliyorlar. Bu anlamda en az yüzey alanına ihtiyaç duyan enerji santrali türü nükleer enerji santralleri olarak öne çıkıyor. Nükleer santraller 0.3 metrekare bir alan kullanarak senelik 1 megavat enerji üretebiliyorlar.

Söz konusu veriler, kanun koyucu veya devlet planlamacıları açısından önemli verilerdir. Sonuçta bir ülkenin sınırlı bir yüzey alanı vardır ve bu yüzey alanında yapılması gereken faaliyetler arasında enerji üretimi diğerlerinin arasında bir tanedir. Ülkede yaşayanlar açısından tarımsal üretime, içme ve kullanma suyuna, doğal hayatın yani bitkisel ve hayvansal varlığının sürdürülmesine, havadaki karbondioksitin depolanabilmesi ve iklimle erozyona karşı ormanlara, kış aylarında yağan karları depolamak için dağlara ve bunun gibi birçok doğal ve insan uygarlığının gereği faaliyet için alana ihtiyaç vardır. Bu sebeple enerji üretiminde, dağıtımında ve kullanımında, kullanılan yüzey alanı optimizasyonu bir zorunluluktur. Yukarıdaki verilere baktığımızda en düşük alan nükleerde gözükse bile, bu teknolojinin herhangi bir kaza durumunda yarattığı etkilerin yayıldığı alan ve uzay zaman denkleminin oldukça sakıncalı olduğunu biliyoruz. 1986’da o zamanki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği sınırları içinde yer alan (bugünkü Ukrayna) Çernobil nükleer santrali felaketinin etkilerini ve kalıntılarını temizleme çabaları halen devam etmektedir. Daha yeni ve daha ileri teknolojiye sahip Japonya'daki Fukushima nükleer santralinin 2011 tsunami felaketiyle birlikte infilak etmesinin yarattığı etkiler için de aynı şekilde çalışmalar sürmektedir. Dolayısıyla nükleer enerji tesislerinin  kullandığı teknolojiler en ileri seviyedekiler olmalı ve, bu tesislerin ülke içindeki konumu uzmanlar tarafından tespit edilen ve çevre etkisi kontrol edilebilir seviyede en az olacak yerlerde seçilmelidir.

Nükleer santrallerden daha verimli ve daha az riskli olacak olan yatırımlar ise çatıları kaplayan güneş panelleridir. Hem kullandıkları alan açısından düşük alan kapladıkları için hem de  çatılarına konumlandıkları binaların kullanım verimliliğini arttırdıkları için bu güneş panelleri oldukça verimlidir. Güneş panellerinin verimliliğinin arttırılması önemli önceliklerden bir tanesi olmalıdır.  Bu sebeple hem çok iyi yetişmiş mühendislere ve teknisyenlere, aynı zamanda da bu yatırımları harekete geçirecek teşviklere ihtiyaç vardır. Panellerin sadece montaj kısmı değil aynı zamanda ve daha büyük öncelikle fotovoltaik hücrelerin imalat ve geliştirmesini yapacak tesislere yatırım yapılmalıdır.  Bugün uzak doğu'dan ve özellikle Çin'den ithal edilen güneş paneli fotovoltaik hücrelerinin gerek Türkiye'de gerek Romanya'da imalatının büyük öncelik olduğunu bir kez daha söylemeliyiz. Bu alandaki talep önümüzdeki dönemde, ulaşım araçlarının elektrifikasyonuyla çok daha fazla hissedilir olacaktır. Kanun koyucuların, yatırımcıların, enerji piyasası aktörlerinin ve gençleri eğiten üniversitelerin bu dalda çok daha fazla çalışmaları gereklidir diyerek bugünkü yazımızı noktalıyoruz.